31 Ağustos 2012 Cuma

One more cup of coffee


Yirmi yıl..Koskoca yirmi yıl..Birbiri ardına yığılmış,birbirinin aynı yirmi yıl.Tek güzel şey olmadan sadece bekleyerek geçen yirmi yıl..Yüzüne düşen saçlarında,sıvadığı kollarında o yirmi yılın ağırlığı..
*Kadın tüm müşterilere yetişmek için oradan oraya koşuyordu.Önlüğünü giymiş,saçlarını tepeden toplamış,kollarını sıvamış,bir yandan müşterilerin kahvelerini tazeliyor,bir yandan da masaları siliyordu.İnsanlar geliyordu her gün.Bir sürü.Soluklanmak için duran,bir kahve içip gidecek bir sürü kadın ve erkek..Arabalar geçiyordu durmadan.Arabalardan yükselen kahkahalar,ağlama sesleri,iniltiler,şarkılar..Geride yola fırlatılan bebek bezleri,prezervatifler ve bira şişeleri kalıyordu..Yorgundu.Biliyordu.Günlerin birbirinden farkı yoktu.Ama yirmi yıl önce her şey çok güzeldi.Böyle yerlere gider bir kahve ister elinde dergisi ve sigarasıyla tıpkı asil bir kadın gibi dururdu.Yirmi yıl önce her şey çok güzeldi ve o da elbette..Yirmi yıl önce aşık olmuştu ve sonra hiç..Liseden sonra okumamıştı..Sadece resim yapar ve masaları silerdi.Tabi bir de biten kahveleri tazelerdi durmadan..Herkes olabildiğince yorgun geliyordu.Gözlerinin altı halka halka olmuş bitmiş tükenmiş,yollarda hırpalanmış adamlar gelirdi hep ve bazen de kadınlar.Müziksiz yapamazdı.Muhakkak günün her saatinde inceden bir müzik sesi duyulurdu bu küçük soluklanma yerinden.En çok geceleri severdi ama.En çok geceleri yağmur yağardı..Daha az insan gelirdi.Sadece kasada duran yaşlı adam ve o kalırlardı.Kendine bir kahve yapar kapının önüne çıkardı.Yola bakardı.Gelip geçen arabalara,plakalarına,renklerine..İçindekilere.Bileklerine kadar uzanan turkuaz bir eteği vardı.Hiç çıkarmazdı neredeyse..En çok ayak bilekleri üşürdü o yüzden.Kahve fincanına yağmur suyu dolardı.Saçları dağılırdı.Ama düzeltmezdi asla.Elinde sigara ve kahve fincanıyla öylece dururdu.Öylece yola bakardı.Nadiren de olsa bir şarkı mırıldanırdı.Tam o esnada birileri dururdu.Durup bakardı gelenlere.Hemen içeri geçer işinin başına dönerdi sonra.Bir sürü adamla sevişmişti geçen yirmi yılda.Yolculuğa mola verip bir şeyler atıştırmaya ya da bir şeyler içmeye gelen bilmem kaç ülkeden adamla sevişmişti.Bazen arabada,bazen tuvalette.Üzülmemişti ama.Ağlamamıştı ya da herhangi birinden sonra..Fincana kahve doldurmak gibi bir şeydi sevişmek.Bir görev gibi.
*Hiç evlenmemişti.Beklemek diyorum da,o gerçekten beklemişti.Ve bekleyecekti.Belki de bu yüzden bu yol kenarı kafesinde çalışıyordu.Gelen giden herkesi görmek istiyordu.Hiç bir şeyi,hiç kimseyi kaçırmamak..Şehirler arası vedalar döşeyen otobüsler geliyordu günün her saatinde.Bazen o da o otobüslerden birine binip,basıp gitmek istiyordu.
Genelde yağmursuz gün olmuyordu.Ama o sabah korkunç bir yağmur vardı ve mekan tıka basa doluydu..Camlar buğulanmıştı.Dışarıdaki buz gibi havaya rağmen,içerisi sıcaktı.En sevdiği şarkı çalıyordu radyoda.Sonra.
Sonra O geldi.Yirmi yıl önce hiç gitmemiş gibi geldi.Sırılsıklam geldi.Yapayalnız geldi.Nasıl da yaşlanmıştı.Ama hala..Hala çok yakışıklıydı.Başında fötr bir şapka vardı.Boynunda haki atkısı.Yirmi yıla inat,tek bir el hareketiyle kapıyı açıp gelmişti.Paçaları sırılsıklamdı.Barı andıran uzun ve yüksek bir masa vardı.Oraya yöneldi.Ağır adımlarla.Hiç bir şey olmamış gibi.Yirmi yıl önce yola çıkmış da hala yoldaymış gibi..Yalnızca soluklanmaya gelmiş gibi.Kadın onu gördüğü an.O an yirmi yıl hiç geçmemiş gibiydi.Hiç beklememiş gibi..
Koşup boynuna sarılmadı.Gülmedi ya da ağlamadı.Ellerini,üzerindeki önlüğe sildi,elindeki tabakları bıraktı.Saçlarını düzeltmedi.Her zamanki gibi dağınıktı.Ama ne olursa olsun.Yirmi yıl sonra da olsa gelmişti.O paramparça olmuş fotoğraftakinden çok daha yaşlıydı.Dağılmış saçları,cebinde duran sigarası,çakmağı ve fotoğrafıyla adama doğru yürüdü..Adam şapkasını çıkarıp masanın üstüne koymuştu.Masadaki küçük vazoda adını kimsenin ne olduğunu bilmediği çiçekler vardı.Sonra ceketini çıkardı adam.Arkasına yaslandı.Ve tam o an kadın masanın başında duruyordu.Gözlerini dikmiş adamı izliyordu.Sıradan bir ses tonuyla ne alırsınız diye sordu.Adam başını çevirmeden-sadece bir bardak kahve dedi.Kadın adamın kahvesini hazırlamaya gitti.Küçük bir kupaya doldurdu kahveyi.Sevişir gibi başka adamlarla.Ya da sadece kahve doldurur gibi.-buyrun dedi.Adam bu defa dönüp baktı kadının beyaz ellerinden alırken kahveyi.Sadece baktı.Dağınık saçlarına,kirpiklerine,gözlerine ve belki de bakıp da görmediği kadının cebindeki o fotoğrafa.Sonra gülümsedi.Kadın tam gidecekti ki,adam bileğinden tuttu.Gitme dedi.Kadın adamın karşısına oturdu.Neden gittin diye sordu?Tek bir soru.Koskoca yirmi yılı bir saniyede hiç edecek tek bir soru.Adam o çarpık gülümsemesiyle güldü yine
-geri gelmek için.
-geri geleceğini biliyordum.
-ben de..
Kadın yirmi yıl sonra ilk defa gerçekten gülümsemişti.Adamın beyazlamış şakaklarını,ellerini,kahveyi yudumlayan dudaklarını,kirpiklerini izliyordu.Sanki yirmi yıl boyunca bu masada oturup beklemişlerdi.Bu bir kaç cümleden sonra konuşmadılar.Birbirlerinin yüzlerine bedenlerine dokunmuş yabancı izleri izlediler sessizce.Adam kahvesini bitirdi.Bir kahve daha ister misin diye sordu kadın.Sadece gitmesin diye.Bir fincan kahvelik zamanları daha olsun diye.Bir yirmi yıl daha beklemesin diye.Gideceğini biliyordu oysa.En geç bir fincan kahve sonra.Belki bir de sigara yakardı.Bir ihtimal işte.
Asla öğrenemeyeceksin değil mi?Hiç bir zaman bilemeyeceksin neden gittiğini.Ve soramayacaksın.Çünkü öylesine gitti işte bir sabah..En kötüsü de o sabah yanında uyandığında çoktan vazgeçmişti senden..
-peki,bir fincan daha alayım dedi adam,yine o aynı çarpık gülümsemesiyle.
Kadın kahveyi hazırlamaya gitti.Tıpkı sevişir gibi.
Döndüğünde o çoktan gitmişti..
Yirmi yıla inat.Zaten hiç gelmemiş gibi.Bir fincan kahve daha içemeyecek kadar telaşla.Oysa kadın zaten istememişti temelli kalmasını.Ve beklememişti de.Sadece üç beş cümle daha biriktirecekti ondan geriye.Cebinde duran fotoğraf gibi tıpkı.
Sonra kollarını sıvadı,saçlarını topladı,ellerini önlüğüne sildi ve insanların kahvelerini tazelemeye,onlarla sevişmeye ve de onu beklemeye devam etti..

( Bob Dylan'ın One More Cup of Coffee'sine..)

24 Ağustos 2012 Cuma

Beyoğlu

işte şimdi sizin bana baktığınız yerde bekliyorum..Beni dünyadan çekip alan o sesle birlikte.Oysa ben oldukça emindim olacaklardan..Her gerçek gibi.
Yalan değil,bu apaçık bir korku işte.Ne derseniz deyin.Ama ben çok net hatırlıyorum her şeyi.Siz hatırlıyor musunuz?
Karşımda duruyordu.Kalın dudaklı,sarı saçlı.Bana doğruyu söyle kadın.!Çünkü benim bir tek doğrulara ihtiyacım var.İşte o kapı benim gittiğim kapı.Ama sen bu şarkıyı söylemezdin eskiden..Oysa böyle miydi her şey?
Yanlış yerde bekliyormuşuz.Ölmek için ne güzel,aşık olmak için ne korkunç bir yer burası.Önümü göremiyorum.Nereye getirdiniz beni allah aşkına kuzum..Koca bir kalabalık var beni bekleyen..Şuracıkta hemen.Dışarıda.Bırakın da gideyim..
Durma sakın.Ya da bakma bana..Anlayamayacağın çok şey var.Sakın durma,gitme ya da.Beni bekliyorlar demiştin.Yoksa artık beklemiyorlar mı?Söylediklerime bakma.Ve bana da..
Çünkü bana baktıklarında susuyorlar.Sen sakın susma.
Bir pazar sabahı tüm hayatım değişti.Yapma allah aşkına.İnsanın hayatı değişir miymiş hiç pazar sabahı.Pazarlardan vazgeçtiğimizden beri cumartesi akşamları ağır bir taşşak kokusu alıyor Beyoğlu'nu..Sabahın beşinde beyoğlunda çocuklar flüt çalıyor.Sabahın beşinde kimse dinlemiyor flüt çalan çocukları.Zaten beyoğlunda kimse kimseyi dinlemiyor.Şimdilerde fahişelik en namuslu meslek.Saçlarından ayrımsıyorum onları.Sarı ve kızıl saçlarından.
Ne öncesi var ne sonrası halbuki..Yüksek topuklar üstünde matah kahkahalar.
Şarkı söylemeyi bilmeyen şarkıcılar,bayat midye dolmaları,ayaklı kas torbaları,terden pörsümüş uzuvlar kusmuk ve ter..
Beyoğlunda önce sevişir sonra ayrılır en son da aşık olur insanlar..
Unut o vakit her şeyi.Çünkü seni kimse sevmedi.Sokakta kaybettiklerini yatakta aradılar sadece..Bazı akşamlar sabah olunca unutulur.Seninkiler de öyle işte.Dokun istediğin kadar eşyalarına,o bilmediğin evin..Bir erkeği aldatamazsın eşyalarla.Senin olmayan o evi ve adamı sevemezsin,zinhar.
Beyoğlu'nda cumartesi akşamları Nazım şiirleri gibidir.Bir buruk biter her zaman..O akşam da öyle oldu.
Ölmek için ne güzel,aşık olmak için ne korkunç bir yer burası..İşte o kapı benim gittiğim kapı.Ama sen bu şarkıyı söylemezdin eskiden..Bu akşam başka akşam dedi,dönüp.Karşımda duruyordu.Kalın dudaklı,sarı saçlı.Beni dünyadan çekip alan o sesle birlikte.İki el silah sesi.Bana doğruyu söyle kadın.!Çünkü benim bir tek doğrulara ihtiyacım var..
Harbiden öldün mü bu boktan cumartesi akşamında?